2 Temmuz 2025 Çarşamba

0

 Güzel dileklerimle, siktiğimin aklınıza selamlar. Bu orospu çocuklarının kullandığı lisana uygun şekillerde, bunu anlayabiliyorsanız sizedir bu lafım. Siktiğimin kibri her yer üzerinde öyle etkili ki, küçük bir mesafeye bakmak için ovuşturduğum şu gözlerime kurumama emrini vermeye bile isteğim kalmadı. Sıkıcı bir beyitin cilalanmış cümlelerinde gezmek isterken, gerçekleri pelerin gibi gözlerimin uçlarına yerleştirmiş, aklımın sapıtmak istediğim bir evresindeyim. N’olurdu baktığım alan, Van Gogh’un tablolarındaki gibi olsaydı ya da usta bir ebru sanatçısının tabloya verdiği fraktalların boşvermişliğini hissettiren bir dedektör tarafından algılanıp beynimin içinde yorumlansaydı. Deli olurdum di mi, ya da korkardım. E korkuyom zaten gördüğüm şeylerden, her boka mantıklı bir cevap ile harmanlayıp kendime söylemekten. Uçurumun kenarında dolan o heyecan, sanki bedenimi hiç sarmayacakmış gibi öngörüm. Hevesim matematiksel olarak sıfır. Baykuşun kanat çırpışı gibi sessizce ilerliyorum geleceğime. O kadar ortak etki eden var ki geleceğime, birinden kurtulsam hesaplayamayıp yere çakılacak gibiyim. Bunlar mıdır ki etki eden derdim? Aynı jübilesine çıkacak bir sporcu gibi ya da en güzel anında ölmek isteyen Marlin gibi. Ama yolum Zidane gibi, o son kafayı kime vuracağımı şaşırıyorum. O kadar seçenek var ki, seçimsizlik eylemimi uyuşukluğuma yorup bu düşüncelerimi “eh, yok işte normalde bu” diyerek kandıracak noktaya getiriyorum kendimi. İnsanın tanıdığı birinden yalan duyması kadar alçakça, kendini kötü hissettirebilecek başka hiçbir şey yok. Başarısız olursun, yanılırsın ya da ne bileyim, milyonda bir kötü ihtimal vardır, o gelir başına. Ama bildiğin biri, özellikle bu kendinsen, ipe sapa gelmek bilmeyen düşüncelerinin önünü hiçbir malzeme kesemez.

İnsan en çok kendini bilir. Şerefi, onuru ve sonradan yapacağı eylemler… Bunların üzerinde en doğru tahmin etme olayı kendindedir. Ama açıkça kendine yalan söylemeye çalışması, çok rahat fark etmesine rağmen alçaklıktır. Ayrıca herkes birilerine alçaklık yapabilir, bazen yapmak bile gerekir. Ama kendine, sanki başkasıymış gibi öngörülerde bulunmak, kendini kurtarmanın yalancası’nı kendine söylemek gibidir. Bunu hayatına dürüstlüğü düstur etmiş bir kişi yapıyorsa, güvenebileceği hiçbir direk kalmamış gibidir. “Gibi” kelimesini söylememin sebebi ise, kendini ayakta tutmak için kendini kandırmaya çalıştığın için tüm varlığına inanç yüklemenden ötürü. Yoksa kalmayan şey kalmaz. Matematikte sıfır vardır, fizik kurallarının aksine. Ama bilincin bunlara sığmayacak kadar anlam üstüdür.

Komple umudumuzu yitirebilmek mümkün müdür?

Basit bir şekilde insan kendine bakarsa bu soruya evet demesi gerekir ama bilinç, komple bir matematik formülü gibi açıklanamıyordu, değil mi? Şöyle açıklamaya çalışayım. Biz kendimizi hiç umudumuz bitmiyormuş gibi algılamaya çalışıyoruz. Yani, ikiden iki çıkarsa sıfır kalır değil mi? Buna aksi iddiası olan yok, değil mi? İkiden üç çıkamaz mesela (vektörlerden bahsetmiyorum, hiçlikten sonrası yoktur. -1 elma diye bir şey olamaz, mantıksızdır). Ama insan, kaybettiği şeylerde hep bir şeyler biriktirir ya da başka bir kod satırındaki bir şeyleri siler. Şöyle daha açmaya çalışayım: kaybettiğiniz bir şeyi düşünün, soyut bir şey olsun bu. Herkes hayat akışında soyut bir şeylerini kaybederek ya da kendine bir şey katar ya da bir şeyleri eksiltir kendinden. Heh, demek istediğim nokta; gelişerek başka şeylerin üstünü çizip onları doğrularıyla değiştirmek olan değil, silinip eksildiklerimiz. Hayatınızda hep kalmasını istediğiniz bir özelliğiniz ya da bir şeyiniz çıkarsa,( o yaptıklarınız ya da adını şu an açıklayamadığım şeyler işte, sadece hissettiğim...) geride sıfır ya da eksik kalmaz. Eğer o şeyiniz iyiyse, umut kalır elinizde. Ama neye göre belirlenir bunun olup olmayacağı? Minik bir kütle çekim alanına hakimken her şeyi isteyerek geri getirmek mümkün müdür? Bahsettiğim şey olup olmaması değil bu arada. Düşüncelerinin olacağına inanıyor insanlar. Aslında güzel bir yöntemdir bu. İnsan bir şeyi hatırlatırsa kendine, o kelam üzerine oturtacak yol yaratır. Aslında fark etmeden planlama yapmak gibidir bu.

Ama bir şey çıkarsa senden, o sıfır kalmıyor. O zaman mutluysan mutlu olmanın beklentisine dönüşüyor, mutsuz isen o şeyin korkusuna dönüşüyor. Hele hele mutsuz isen, kendin dahil herkesten “korkmayacaksın, ne var ki bunda?” benzeri, içi boş gerçeklikten ve düşüncen uzak, boş umut gözeten cümlelerden başka bir şey duyamaz oluyorsun. Olmadı mı böyle? Eğer gerçeği söyleyen ağzını, takıntılı kelimelerin yuvasına dönüştürmediler mi, dönüştürmedin mi?

Yalana takıntılı olmalı insan, çünkü yalan gizler gerçeği. Örter; yeşilden bayağılık geçirten tuvale rengârenk açan minnacık çiçeklerin serpiştirdiği güzelliği, kara bulutların sınır süresi biçtiği gibi heybetlenmesini “anca boşa” dedirtecek kadar bilgin bir ukala gibi. Söylememeli kimseye de kendine de. Yakıştırmalı, gerekirse ölümü dikine kabul ettiği ama kimseden vazgeçmediği.

Başarı ve başarısızlık! Anlamını sorguladığımda, boş kelimelerden oluşmuş, amaç kaidesi taşımayan ve insan hayatını direkte etmekte olan iki yüzsüz ve boş çapulcu. Sen ne ile kıyaslarsın bu varlığını bulmuş kelimeleri? Veya kıyaslamayı fiziksellik dışında gören aklım kadar selim midir uçsuz noksan hafızan? Bana şu an sorarsan, ezbere bir kelimedir derim. Yaşam amaç gerektirir, değil mi? Öyle midir sence? Belki olmayabilir de, eğer büyüyüp gerçeği kendine söyleyemediysen. Peki nasıl kıyaslıyoruz bunu? Bu bir şekle dayalı mı kıyaslanır? Kıyaslanamayacak bir şey değil mi bu? Biçimi yok, anlamı yok! Ama “başarısız” diye diye ahkâm keseriz günlük konuşma rutinimizde, değil mi? Anlamını bile düşünmediğimiz, hissiyattan öte kavrayamadığımız bu kelimelere... Bir şeyin başarılı olması için onun hedef olması gerekir. Bir hedef belirlersin kendine, ya vurursun ya da karavana geçersin. Bunun olumlusu “başarı”, olumsuzu “başarısız” olur.

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, ne olduğunu bilmediğimiz, görmediğimiz, başkalarına göre yorumlayıp kendimize yedirtmeye çalıştığımız ama sonuca bakınca “başarılı” veya “başarısız” olduğumuz düşüncesine kapılıp, olmazlar üstünde yalanlar söyleyerek anlayamadığımız bir süreyi (hayat) yaşıyoruz.

Ölümün olduğu bu dünyada bir başarı gerekmez bana kalırsa, bir duruş gerekir ama sonucu olmayan. Bir matematik problemi değildir yaşamlarımız. İyi hissedeceğimiz şeyleri yapmamız gerekir ve başarılarımızı genele değil de parça parça bölmek gerekir.

Bunu, paranın esiri olup da mutluluk hissini harcayarak hisseden bu beynimle, yalan söylemeden söylüyorum. Bu hayattan anladığım şudur (hiçbir şey bilmeyen aklımla): Bir çizgin olması gerekir ve onu zamanla kalınlaştırıp, onun dışına çıkmadan, için rahat bir şekilde yapabildiğin kadar yerinde bırakman gerektiğidir.

Sevgilerle…